Ömer Faruk Ceylan’ın kaleminden
–
İnsan zekası, insan düşüncesi, maddeden
kurtulup manaya, müşahhastan kurtulup mücerrede yükseldikçe gelişir, yücelir ve
gerçek manasıyla insanlaşır. Necip Fazıl Kısakürek’in hayatını, eserlerini,
konuşmalarını, takip edersek, onun, baştan beri zirvesinde oturduğu bu seviyede
ve İslami mücadelenin merkezinde çırpınan, kıvranan, zindanda çürüyen mücerred
bir fikir adamı olduğuna şahid oluruz.
Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak !
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden.
Diyerek cemiyetin ortasına atılan bir büyük kavganın ömür boyu
içine giren mücadele adamıdır Necip Fazıl.
İslam ve onun hayat nizamını Türkün Devlet hayatından sonra Türk
insanın ferdi hayatından kovma gayret ve heyecanlarının arttığı doruğa ulaştığı
bir anda Necip Fazılı hikâyeleri, şiirleri, tiyatroları, İdeolocya Örgüsü ve
Büyük Doğusu ile mücadele alanında görüyoruz.
Mukaddesleri olmayan cemiyetler ayakta duramaz. Mukaddesatı
olmayan ve onlara sahip çıkıp onları benimsemeyen milletler payidâr olmaz.
Bizim neslimize ve bizden sonrakilere de Mukaddeslerimizi tanıtan,
Mukaddesatımızı benimseten Ustad Necip Fazıl olmuştur.
Türk’ün kültür, irfan ve iman havuzuna en nadide duygu ve
fikirlerden oluşan, ölümsüz eserler durmadan ve azalmadan bir mübarek memba
suyu akıtan sebil gibi, Necip Fazıl’ın aziz kaleminden akmıştır.
Beş asırlık tarih dilimimizle
birlikte çağımızın nabzını yakalayan, ideali aramayla toprağa bağlanma arasındaki
bir berzahta kıvranan insanoğlunun, oluş ızdırabını hakikatin hakikatine
nisbetle heykelleştiren adam, yani; Islama muhatap anlayışın dünya görüşünü
örgüleştiren adamdır Necip Fazıl.
Necip Fazıl bilinen mutad insan bedeni yapı ve kabiliyetinin çok
ötesinde bir bünyenin sahibidir. Bu farklılık onun gözünden hafızasına,
dikkatinden damar ve sinirine kadar her kesiminde çarpıcıdır. Öfkesine muhatap
olan bir kişi isterse en büyük siyasi gücü elinde bulundursun hak ettiği
karşılığı almıştır. Çünkü onun öfkesi bir hesaptan veya maddi çıkar duygusundan
kaynaklanmıyor, dava ahlakının gereği olarak fikri öfke haline dönüyordu. Bu
nadir bünye Necip Fazıl’ın Şahsiyet ve Dehasının tarlasıdır.
Necip Fazıl’ın bir diğer yönü onun nadir bir sanatkâr oluşudur. O
edebi sanatların her kolunda erişilmesi güç doruklara varan büyük bir
sanatkârdır. Şiirden tiyatroya,
hikayeden romana, hatırattan fıkra ve tarihe kadar her vadide kütüphane dolusu
eserler vermiş bir sanatkardır.
Şiiri, mutlak hakikati veya Allah’ı sır ve güzellik yolunda aramak
olarak tarif eden Ustad bunu;
Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;
Buymuş oyun, gerisi yalnız çelik çomakmış.
Diyerek dizeleştiren ustad, kâinat nizamına ulaşmanın sancısını
çile şiirinde senfonileştirmiştir.
Ötelet öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim
Gökte Samanyolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.
Diyen ustad söze şöyle devam ediyor.
Yaram var hayvanlar dövemez merhem,
Yüküm var, bulamaz pazarlar dirhem.
Ne çıkar bir yola düşmemiş gölgem,
Yollar ki Allah’a çıkar bendedir.
Necip fazıl işte bu! Ona egonun şairi denmesinin bir sebebi de, bu
çileleri dile getirişidir. Necip Fazıl şiirlerinde Necip Fazıl’ı anlatır.
Bizimle ortak yanı olmasa, kendimizi o şiirlerde derece derece bulmasak, onları
böylesine sevebilir miydik? Benimseyebilir
miydik?
O İnsanın kendi kendisini geçmeye mecbur ve mahkum olduğunu,
insana hissettiren bir mütefekkirdir.
Necip Fazıl Müslüman Türk’ün ruh kökünde nâbâzan eden heyecanları,
çileleri ve özlemleri dile getirerek misyonunu ifa etti ve halen etmektedir.
Onda sabır, tevekkül, ümit, çile ve ıstırap kol kola. O; “Şimdilik yalnız ıstırabı azizleştirebilmek yeter. Keşke esirler
kampı gibi çitle çevrilmiş bir mustaripler kampımız olsa” diyerek. Bu maddi ve
manevi anarşi diyarında ya çatlamak patlamak ve kendisine yeni bir vatan aramak
yahut son nefesine kadar çırpınmak, çabalamak, zindanlarda güneşi boru içinde
seyredecek bir mücadele içinde olmak gerektiğini belirtmiştir.
Bizzat Necip Fazıl’ın kendisine soralım. Necip Fazıl kimdir?
Cevap Necip Fazıldan:
“Ben taş kafalı komünistlerin,
köksüz ve başıboş liberallerin, kanser virüsü Siyonistlerin, iç tahrip
ajanı devrimcilerin ortaklaşa düşmanı olduğu ve sistemli şekilde ademe mahkum
ettiği, okuma kitaplarından ismini kazıdığı, fakat buna rağmen ilahi bir
tecelli ile toprağı altından kaynatmayı ve üstüne meltemler, ürpertiler,
zelzeleler sermeyi ve etrafına çelikten bir gençlik hisarı çekmeyi gaye edinmiş
ve tam 44 yıl tek derece yön değiştirmemiş belalı adamım; ve bedbaht olduğum
kadar da mesudum.”
Necip Fazıl’ın siyasi dönemler boyunca tek amacı olmuştu;
Türkiye’nin tarihi kimliğine ve misyonuna yeniden ulaşması… Bunun için dergi
çıkardı, mahkemelere düştü, hüküm giydi ve anadoluyu kasaba kasaba dolaşarak
“özlediği neslin vasıflarına” uygun gençlik yetiştirdi, bunların kadrolaşmasını ve
devlette etkili olmasını istedi. Bu kaygıyı dile getiren Sakarya Türküsü adlı
şiiri destanlaştı, istiklal marşından sonra en çok ezberlenen şiir oldu.
Bir şair ve mütefekkir olarak Necip Fazıl, kendisinden beklenen
öncülük misyonunu hakkıyla ifa etmiş, mücadelesini bir değil bir çok nesle
aşılamış, dava ahlakına sonuna kadar sadık kalmış, bir büyük velinin
tasarrufuyla ölünceye kadar hizmetini sürdürmüş, öldükten sonra milli bir
sembol halinde İslam alemine örnek bir şahsiyet olmuştur. O artık bizim için;
Yunus Emre gibi bir ölüm eri,
Fuzuli gibi ıstırap adamı,
Bâki gibi Sultanü’ş şuara”
Nef’i gibi bir hiciv ve öfke şairi,
Şeyh Galip gibi lirizm ustası,
Hamid’den ilerde bir metafizik hummalı,
Yahya Kemal’den şuurlu tarih muhasebecisi,
Akif’ten kararlı bir İslam savaşçısıdır.
Shakspeare İngilizler için neyse, Victor Hugo Fransızlar için
neyse, Goethe Almanlar için neyse, Necip Fazıl bizim için odur artık. Ona
yalnızca milli gurur olarak değil, dini ve tarihi misyonumuzun değerlendiricisi
ve ifade edicisi gözüyle bakmak gerekir.
Artık Necip Fazıl’ı sevmek ve hatırasına hürmet etmek, büyük bir
şair ve yazara saygı duymaktan fazla bir şeydir. Bir şuur ve imana hayatını
adamış insanın, memuriyetini anlamaktır en azından. Bu da kendi
sorumluluklarını düşünmek, şartları gözden geçirmek için insana imkan verir.
Necip Fazıl, İslam’ı ve İslam’ın sorunlarını tespit eden ve çözümleri için çaba sarf eden bir isim olmasının yanında; yaşadığı derin duyguları kağıda dökmedeki maharetiyle bizi kendine hayran bırakır. Yazınız da ona olan hayranlığımızın bir neticesi.. O, ne sadece bir mütefekkirdi ne de sadece bir şair. Onu her yönüyle tanımamız gerekir. Acar Kalemler’in amacı da zaten budur. Eski ama eskimeyen kalemlerin yazdıklarını okuyarak, sadece yazmanın bir yazar için yeterli olmadığını göstermektir. Bu bağlamda gerçekten çok güzel bir yazı olmuş.
Necip fazıl günümüzde belkide en fazla bahse konu olan biri olmasına rağmen en az anlaşılan bir mütefekkirdir. Bana göre özellikle onun şair boyutu ön plana çıkarılmaktadır. hayatı, mücadelesi ve dava uğruna gösterdiği çaba göz ardı edilmektedir. Tek eseri Çile olarak takdim edilirken ondaki şiirler dahi muhatapları tarafından sadece sloganik olarak kullanılan cümleler yığını haline dönüştürülmüştür. Fakat ustad şirrini davasının bir aracı olarak oluşturmuştur.
halbuki, O güne kadar gizli mahfillerde sadece kalplerde muhafaza edilmeye çalışılan iman,O’nunla fikir,siyaset,sanat,estetik ve diyalektik olarak cemiyet planına bir aksiyon şaheseri olarak dikilmiştir.O’nun mahkemelerdeki müdafaları bile taarruz niteliği taşımaktadır.Necip Fazıl’a gelinceye kadar boynu bükük,ezgin ve bezgin olan Anadolu Müslümanı O’nunla izzetine ve vakarına kavuşmuştur.
onu özetleyecek bir cümle varsa benim için, üstad;
bir iman şövalyesidir.
teşekkür ederim sayın sözdemir….
Azizim kalemine sağlık… Necip Fazıl anlaşılıyor üstadım, anlaşılmaya başladı… En azından kırıntıları görmeye başladık… Ümitvarım…
o anlaşıldığı gün bu kadar bahse konu olmaz azizim eğer anlaşıldığı halde gündemde olursa bil ki ülke as üst üst as vaziyetine geçer….